14 Ocak 2008 Pazartesi

Amerika'dan dost olur mu?


Amerika ile birden bire can ciğer kuzu sarması oluverdik.
Nerdeyse komşu kapısı oldu Vashington… Başbakan gidiyor, Cumhurbaşkanı geliyor. Yanlarında da bakanlar, askeri yetkililer.
Neler konuşulduğu, hangi sözlerin verildiği konusunda çok yorum, çok söylenti var da… Bize açıklanan ABD’nin bize PKK ile mücadelede “anlık istihbarat” vereceği…
Ne demekse “anlık istihbarat”?
Amerikan uyduları, geceleri bile dağlardaki her türlü canlıyı, her türlü hareketliliği görebiliyormuş. Kandil’deki, Hakurk’taki bir keçinin bile tüm hareketlerini anında izleyip, bize haber verebilecek teknolojiye sahipmiş!...
Yaşadığımız teknolojik ortamda ilk bakışta inanılır gibi geliyor.
Geliyor da… Afganistan dağlarındaki Taleban militanlarını niye tespit edip bombalamıyor Amerika da, her gün Nato askerleri ölüyor? El Kaide’nin Afganistan, Pakistan, İran dağlarındaki varlığını niye tespit edip de, o her gün yakındığı Usame Bin Ladin’in teröründen, tehdidinden, korkusundan kurtulmuyor?
Hadi yine de inanmış görünelim.
Peki, yıllardır İncirlik’ten kalkan uçaklardan atılan gıda maddeleriyle, ilaçlarla, silahlarla beslediği PKK’yı, şimdi Türkiye’nin vurması için bu “U” dönüşünü niye yapıyor ABD?
Mesele, tavşana kaç, tazıya tut politikası.
“Biz size istihbarî bilgi vereceğiz, ama siz de operasyon yapmadan önce bizi bilgilendireceksiniz” diyor Bush.
Yani ne zaman sınır ötesi harekat yapacaksanız, bilelim ki, PKK’yı uyaralım, oraları boşaltsınlar, siz boş dağları dövüp gelin demenin diplomatik açılımı, Bush’un sözleri…
Amerika var oldu olalı, ne zaman Türkiye’ye dost oldu ki, şimdi olsun? Ne zaman Türkiye’nin yararına bir tavır gösterdi ki, şimdi göstersin? Tarihte örneği yoktur Amerika’nın hiçbir ülkeye dostluk yaptığının; hele Türkiye’ye…
Bir köyün yakınındaki kuyuda bir yılan yaşarmış. Köyden yaşlı bir adam, bu yılanla dost olmuş. Adam her gün kuyunun başına gider, yılanla sohbet edermiş. Dostlukları öyle ilerlemiş ki, yılan her gün kuyudan bir altın çıkarıp adama verirmiş.
Bir gün adam hastalanmış, epey bir süre kuyuya gidip yılanla görüşememiş. Adam bir gün oğluna demiş ki, “Köyün çıkışında bir kuyu var. Oraya git, kuyudan bir yılan çıkacak. Sana bir altın verir, onu al gel”…
Oğlan gitmiş, kuyunun başında beklemiş kısa bir süre. Sonra yılan çıkıp, bir altın vermiş. Oğlan getirip altını babasına vermiş.
Adamın hastalığı bayağı sürmüş. Oğlan her gün kuyuya gidip, yılandan bir altın alıp geliyormuş.
Oğlan, bir gün “Demek ki, bu kuyu altın dolu. Yılanı öldürüp altınların hepsini alayım” diye düşünmüş. Ve elinde büyük bir bıçakla kuyunun başına gidip beklemiş. Yılan çıkar çıkmaz da, elindeki bıçakla yılana saldırmış. Yılan ani bir hareketle bıçağın kafasına ve vücuduna gelmesinden kurtulmuş ama, bıçak darbesi kuyruğunu koparmış. Can havliyle de oğlanı ısırıp öldürmüş.
Aradan bir süre geçmiş. Adam iyileşmiş.
Adam kuyunun başına gidip yılanı beklemiş. Yılan uzaktan bakıp adamı süzmüş. Adam da “Yılan kardeş, benim oğlan bir cahillik yaptı, bunu da hayatıyla ödedi. Gel, yine eskisi gibi dost olalım” demiş…
Yılan, adama “Sende bu evlat acısı, bende bu kuyruk acısı olduktan sonra, dost olmamız mümkün değil” demiş.
Amerika’da; Türkiye’deki kamuoyu desteğinin hızla aşağı inmesi, 1 Mart tezkeresi gibi küçük konuların dışında önemli bir kuyruk acısı yok bize karşı.
Ama… Yıllardır bizi iliklerimize kadar sömürmesi, baskılar, tehditler, ambargolar, ajanlarıyla yürüttüğü provokasyonlar… Tüm bunlar ve daha fazlası, bizde tam da evlat acısı gibi…
Bizim bu evlat acısıyla, ABD’yle dost olmamız mümkün mü?

Hiç yorum yok: