Çevremizdeki kötülükleri, tehlikeleri, insanlık dışı olayları gördükçe; herkese, her şeye kuşkuyla bakar olduk.
Hiç kimseye güvenememekte haklıyız. Kimin ne zaman size kötülük yapacağını, kazık atacağını bilemiyorsunuz.
Herkes birer zırh kuşanmış, kendini savunma içgüdüsüyle bu zırhı her ortamda, herkese karşı kullanmak zorunda hissediyor… Biraz inançla, güvenle zırhını araladığında, en yakın kişilerin bile akla gelmeyecek zararlar verebileceğine inanıyor insanlar.
Bunun için de; yardımlaşma, dayanışma, güven duyma, paylaşma gibi değerler, artık geçersiz birer sözcük olmaktan öteye gidemiyor.
Çok temkinli, aşırı dikkatli olduğumuzda, tüm kötülüklerden korunacağımızı sanıyor; tüm davranışlarımızı abartıyoruz.
Toplumun genel yargısı; siyasetçilerin hepsi üçkağıtçı, iş adamlarının tümü sahtekâr, belli bölgelerdeki insanların tamamı potansiyel terörist, az gelirle geçimini sağlayabilen herkes hırsız, sokaktaki insanların yarısı kapkaççı, yarısı dolandırıcı… Alımlı kadınların çoğu fahişe, kibar erkeklerin hepsi kadın avcısı…
*Çocuk, okula gitmek için evden ayrılırken, anne-babanın ilk uyarısı “Aman ha oğlum/kızım. Okulun etrafındaki uyuşturucu tacirlerine yaklaşma sakın”…
*Eşi, işe giderken kocası sıkı sıkı tembih ediyor: “Kapkaççılara dikkat et. Çantanı boynundan çapraz as… Şu sokaktan sakın geçme, orda tinerciler var. Yukarı sokağı dolan”…
*Kızını yolcu eden anne-baba, “Yanındaki yolcu yiyecek, içecek bir şey ikram ederse sakın alma. Dünyanın her türlü hâli var. İnsanları böyle uyutup, organlarını alıyorlar” demekten kendilerini alamıyor.
*Kocası arada bir eve geç gelse, karısı “Beni mutlaka aldatıyor” diye düşünüyor. Karısı biraz iyi giyinse, makyajına dikkat etse, özel bir telefon görüşmesi yapsa, kocası “acaba”ları sıralıyor içinden…
*Bir yakınınız veya akrabanız olmadık bir zamanda arasa, “Kesin para isteyecek” diye temkinli davranıyor, geçim sıkıntısından filan söz etmeye başlıyorsunuz hemen.
İnsanlar, sadece insanlardan gelebilecek tehlikelere karşı değil, doğadan, çevreden, diğer canlılardan gelebilecek zararlara karşı da neredeyse birer psikopat haline geldi.
*Çocuk annesine “Anne yarın öğretmen bizi sınıfça pikniğe götürecek” diyor…
Annenin cevabı hazır. “Aman yavrum, pikniğe gidilecek sıra mı? Her tarafta kene kol geziyor. Asla izin vermem”…
*Biraz üşütsek, ateşimiz yükselse “Ya kuş gribidir, ya hepatit” diye olmadık tahliller yaptırıp, o doktor, bu poliklinik dolaşıyoruz. Her gittiğimiz sağlık kuruluşundan aldığımız onlarca ilacı kullanıp, vücudumuzu ilaç manyağı yapıyoruz.
*Aldığımız tüm gıda maddelerinin önce son kullanma tarihine bakıyoruz. Sonra Tarım Bakanlığı’nın izni var mı, Sağlık Bakanlığı’nın denetiminden geçmiş mi diye minnacık yazıları inceliyor, yazılanların hepsinin doğru olduğuna kendimizi inandırıp, gönül rahatlığıyla tüketiyoruz.
*Tatile gidiyoruz. “Denizde kolibasili var mıdır, suyun ölçümleri yapılmış mıdır” paranoyasıyla, denize girmeden, pansiyon balkonlarında okey oynayıp dönüyoruz tatilden.
*En çok ayda bir,ortaya bir deprem senaryosu atılıyor. Günlerce onu tartışıyor, depremle yatıp depremle kalkıyoruz.
İnsanlara, topluma, en yakınlarımıza güvenimiz yok.
Doğaya, çevreye, canlı-cansız tüm varlıklara kuşkuyla bakıp, kendimizi kuruyoruz.
Milletçe psikopat olduk tek kelimeyle.
Güvenden, yardımlaşmadan, paylaşmadan yoksun, herkese, her şeye endişeyle yaklaşan insanların, toplumun mutlu olması mümkün mü?
MEHMET ATILGAN
16 Haziran 2008 Pazartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
2 yorum:
merhaba,
yine ilgimi çeken güzel bir konu yakalamışsın arkadaşım...
ben sanırım antalyada yaşıyor olmaktan dolayı biraz daha rahatım bu konularda en azından suç unsurları biraz daha az burada veya bulunduğum çevrede değil.çocuklarıma çok fazla baskı yapmama ama bu senaryolar deprem falan gerçekten çok komik geliyor bana.en azından bu yaz istanbula gelemiyoruz çünkü annem bunlara o kadar inanmış durumdaki o geliyor yanımıza ne kronik değil mi
sevgilerimle iyi haftalar diliyorum,blogcular açılmadığı için diğer sayfama beklerim
http://hobbyknitting.blogspot.com
Sevgili arkadaşım ilgimi çeken bir yazı olmuş ve gerçekten noktasına virgülüne kadar haklısın. Her sabah evden çıkarken annem, kızım kimseye uyma, başını derde sokma, birisi birşey verirse sakın içme, yeme....sıralamak mümkün aynı satırları. Gerçekten de mutluyum diyen insan bile mutsuz bu ülkede. Ne olacak bunun sonu bilmiyorum. Sanırım başımızda bizi böylesine idare ettiğini sanan yöneticiler olduğu müddetçe arayacağız eski günlerimizi. Bugün elektriğe şok zam gelmiş. Yarın başka bir şeye. Cebimizdeki para ne yetiyor, ne de artıyor. Annem para biriktirmiyorsun diye kızıyor, nasıl birikir bu zamlarla para. Yemeyim, içmeyi, giyinmeyim, tatile gitmeyim o zaman birikir mi acaba para ??? İşte mutsuzluğun sırları bunlar. Sır da değil de hani lafın gelişi söyledim işte. Neyse uzatmayayım daha fazla da siz yazın biz okuyalım sırası geldikçe...esen kalın, kaleminize sağlık
Yorum Gönder