12 Mayıs 2008 Pazartesi

Türkçe'ye çok yönlü saldırılar...

Türkçe, resmen yok edilmek için büyük bir senaryoyla karşı karşıya…
Uluslar, sadece gönderlere çektikleri bayraklarla bağımsız olmazlar. Aynı zamanda dil bayraklarıyla, kültür bayraklarıyla özgür, bağımsız bir kimliğe sahip olurlar.
Her yıl Dünyada 10 binden fazla dil, yok olup gidiyor. Türkçe’nin de bu yitip giden diller arasına girmesi için sanki herkes, el birliği yapmışçasına, akla gelmeyecek biçimde dejenere etmeye, bozmaya çalışıyor.
Bazı siyasi kaygılarla, Arapça’yı, Farsça’yı ön plana çıkaran kesimlerin yanı sıra; Batı özentileriyle kendilerinin bile tam anlayamadıkları bir konuşma biçimini seçenler de Türkçe’nin yok olup gitmesi oyununda rollerini en iyi biçimde oynuyorlar.
İnsanoğlu’nun bugüne kadar eriştiği en önemli teknoloji internet, ne yazık ki Türkiye’de ve benzer ülkelerde dillerin yok edilme sürecine hizmet ediyor. Özellikle gençler; kimi zaman cümleleri kısaltma adına bye, mrb, slm gibi sözcüklerle, kimi zaman da özentilerle kendisinin bile tam anlamını bilmediği yabanca sözcüklerle güya entel cümleler kurma peşindeler.
Bir internet sitesinde bir gencimizin düşünü anlattığı bir paragrafı okuyunca hayretler içerisinde kaldım. Aktarayım da kararı siz verin.
“Düşümde: (“The Marmara Oteli”ne gittim. Kapıda “bodyguard”lar karşıladı. Hemen sağımdaki “cafeteria” çok kalabalıktı. “Loby”yi geçip “asansör”e bindim ve “roof”a çıktım. Pencere yanındaki bir masaya oturdum. Önümdeki “mönü”yü inceledim. Şık giyimli, oldukça kibar bir “garson”dan şekerli kahve istedim; ama yokmuş. Bana kendi “special”lerini önerdi; ben bir “kapuçino” ısmarladım. Hemen karşımda, yeşillikler arasına saplanmış bir beton hançer gibi bütün görkemiyle duran “Swissotel”i ve otelin duvarına kocaman kocaman yazıldığı gibi “The Bosphorus”un tadına doyulmayan manzarasını izledim uzun uzun. Bugüne dek İstanbul’a hiç böyle “panoramik” bakmamıştım. Karnım acıktı ama “mönü”de tanıdık bir yemek adı göremeyince yemekten caydım. “Kapuçino”mu bitirince “adisyon”da yazılı hesabı ödeyip kalktım. “Live music” olmadığı için benden “kons” almadılar. “Asansör”e binip aşağı indim. “Loby”den geçerken bu kez solumda kalan “cafeteria”nın “full dolduğunu(!)” gördüm. “Bodyguard”lara “by by” diyerek “bulvar”a çıktım,bir “taxi” çevirerek kendimi evime attım.”
İnternet dilinin saldırıları yetmiyormuş gibi şimdi de reklam dili, Türkçe’yi katlediyor.
Radyo ve televizyonlarda bir piliç reklamı yayınlanıyor. Ünlü sanatçılar çıkıp, “Sipi piliçleri, leziz, güvenilir, sağlıklı…” gibi laflar ettikçe, “dile ihanetin bu kadarına pes” demekten kendimi alamıyorum. Reklamını yaptıkları piliç markası; CP… Türkçe’de “Si” diye, Pi” diye bir harf var mı Allah aşkına? “Si”yi nota, “pi”yi 3.14 sabit sayı olarak biliriz de, alfabeye eklendiğini de bu reklam sayesinde öğrendik. Adam gibi çıkıp “CePe” biliçleri deyince, pilicin kalitesi mi düşüyor sanki? Ne bu özenti, ne bu dil katliamının mantığı?
Dilimize yerleşmiş bazı yabancı sözcükler vardır ki; tam Türkçe karşılığı olmadığından günlük yaşamımızda kullanmak durumunda kalırız. Örneğin televizyon, radyo, asansör, kalorifer, otobüs, taksi, gibi dilimize teknolojiyle girmiş Batı kökenli sözcüklerin yerine ne kadar Türkçe karşılık koymak istesek de, topluma yerleştiği için yine bu sözcükler kullanılıyor. Benzer biçimde; kalem, kitap, kelime gibi Arapça sözcükler de artık Türkçe’leşmiştir ve yadırganmamaktadır.
Dil zorlama kabul etmez. Toplum, zamanla günlük yaşamda kullandığı bazı yabancı kökenli sözcüklerin yerine Türkçe karşılık bulup, kullanmaktadır. Örneğin bir zamanlar kompütür olarak dilimize giren araç, şimdilerde herkes tarafından bilgisayar olarak tanımlanıyor. Eskiden muallim derdik, şimdi herkes öğretmen diyor. Daha 20-25 yıl öncesinde talebe derdik, şimdi öğrenci; mesele yerine, sorun; tatbik yerine, uygulama; vesika yerine, belge gibi sözcükler toplum tarafından zaman içerisinde benimsenmiştir.
Kimilerinin özentiyle, kimilerinin siyasal kaygılarla, kimilerinin de umursamazlıkları sonucu; tarihin en önemli dillerinden Türkçe, hızla yok olmaya doğru gidiyor.
Biraz duyarlılık…
Biraz sorumluluk…

MEHMET ATILGAN

Hiç yorum yok: