25 Şubat 2009 Çarşamba

MİM

Değerli arkadaşım Latife (Laguer) beni mimlemiş ve çocukluk anılarımı sormuş. Bazı "sandıklarımı" aktarıyorum ve ben de Türkan (Türkancaan), Elif (Elifelfin) ve Meryem (Suyeşili) arkadaşlarımı MİM'liyorum.


BEN ÇOCUKKEN, NEYİ NE SANIRDIM?

Hepimizin küçükken, söylenenlerden kendimize göre bir anlam çıkardığımız, hâyâl dünyamızda kendimize uygun canlandırmalar yaptığımız olmuştur.

Geçmişe bir yolculuk yapıp, neleri kafamda nasıl canlandırdığımı düşününce, çok ilginç şeyler hatırladım. Sanıyorum, herkesin buna benzer, anıları vardır. Ama eminim ki, şimdiki çocukların, hâyâl dünyaları da; gördüklerinden, duyduklarından çıkardıkları anlamlar da bizden çok farklıdır. Çünkü, teknolojik araçlar, onların umutlarını, sanılarını ve tüm maddi-manevi varlıklarla ilgili yargılarını daha net biçimde oluşturmalarına katkı sağlıyor.



Bir gün bir misafir gelmişti. Yemekten sonra dedem, misafirlere “Bir çiğ köfte yapalım” dediğinde misafirlerden birisi “Bu kadar yemeğin üzerine çiğ köfte yenmez” dedi. Dedem de “Yemeğin yeri ayrı, çiğ köftenin yeri ayrı” demişti. Uzunca bir süre, karnımızda binlerce bölüm olduğunu, her yediğimiz yiyeceğin kendi bölümlerine gittiğini sandım ve her yiyeceğin kendi yerini karnımızda nasıl bulduğunu merak ederdim. Hatta, siyah üzümle beyaz üzümün ayrı ayrı yerlere mi gittiğini, pek fazla bilinmeyen yiyecekler için de karnımızda ayrı bir yer ayrılıp ayrılmadığını sürekli düşünürdüm. Bir defasında dedeme merak edip “Patlıcan yemeğiyle, karnıyarık veya patlıcan kızartmasının yerleri ayrı mı?” diye sorduğumda, “hepsi aynı yere gider” diye cevap vermişti de, ben de binlerce yiyeceğin tek tek değil de guruplara göre ayrılmış yerlere gittiğine karar vermiştim.

“Çocuklar kahve içerse kararır” derlerdi. Ben de oldukça sarışın olduğum için, birazcık kararabilmek için, fincanların dibinde kalan kahveleri gizli gizli yalardım.

Çocukken, düğünü olup evlenen kadının bir süre sonra kendiliğinden bebeği olur sanırdım. (Düğün olmadan bebek olmaz diye düşünürdüm)
Gök kuşağının altından geçenlerin cinsiyet değiştireceğimizi söylerlerdi; çok okrar, gökkuşağı kayboluncaya kadar, yerimden kıpırdamazdım.

“Erkekler sakız çiğnerse, bıyıkları eğri çıkar” derlerdi. Ben de sakızı biraz sağ tarafımda, biraz sol tarafımda çiğnerdim ki, bıyığımın iki tarafı da eşit olsun.

Üniversitede okuyanların her şeyi bildiklerini sanır, duygularını anlatmak için hiç zorlanmayacaklarını, zorda kaldıklarında mutlaka bir çözüm yolu bulacaklarını zannederdim.

Bir gün mahallede bir hırsızlık olayı olmuştu. Görgü tanığı bir kişi, bir komşunun evinden eşya çalan kişiden bahsederken, “Ayakkabısı pırıl pırıl parlıyordu, yeni cilalanmıştı, saçlarını da ıslatarak taramıştı, siyah bir takım elbisesi vardı” diye anlatıyordu. O günden sonra siyah takım elbiseli, saçını ıslatarak tarayan, ayakkabısı cilalı kimi görsem, hırsız sanırdım.
Almanya’dan izne gelen tanıdıklarımız, orada meyveler sebzeler tek tek satılıyor derlerdi. Paraları yok da alamıyorlar diye çok üzülürdüm Almanlar’a...

Çocukken, daha bunlara benzer o kadar çok sanılarım ve benzetmelerim vardı ki, şimdilerde saçma gibi de gelse, o zamanlar her birine ne kadar kafa yorduğumu, ne kadar üzerinde düşünceler ürettiğimi hatırlayınca; o zamanlar kendi dünyamızda onları düşünmekte ne kadar haklı olduğumu, başka türlü düşünmemizin imkânsız olduğunu daha iyi anlıyorum.

2 yorum:

meryemaslan dedi ki...

Teşekkür ederim arkadaşım inşallah yakın zamanda çocukluk serüvenine doğru bir yol alırız Hürmetler

laguer90 dedi ki...

Merhabalar Mehmet bey,
emeğinize sağlık! çocuklukta hepimizin benzer sanıları olmuştur. Hakikaten güzel hatırlamış ve paylaşmışsınız.
Sevgiler...