11 Şubat 2009 Çarşamba

Diyet mahkûmları


Kilo, şeker, kolesterol, alerji, karaciğer değerleri, akciğer fonksiyonu, tansiyon gibi şikayetler, insanları diyete zorluyor.

Eskiden yufka ekmeğe tereyağlı yumurtayı dürüp, yanında da bir tas pekmez içip, turp gibi hiç doktor görmeden 90-100 yaşına kadar insanlara bir bakıyorum; bir de bugün “Yok bu bana dokunuyor, yok bu bana zararlı” diye nimetlerin çoğundan kendisini mahrum bıraktığı halde, her gün bir yerinden şikayet edip, doktor kapısı bekleyen, her gün avuç dolusu ilaçla ayakta duran insanlara bakıyorum. Şaşmamak mümkün değil.


Etrafınıza bir bakın, gerek doktor tavsiyesiyle, gerek tahlil sonuçlarıyla, gerekse kimi insanların kendi tahminleriyle, bir çok gıda maddesinin vücutlara girişi yasaklanıyor. Kimi rakı içmez, kimi tuzlu yemez, kimi çaya şeker atmaz… Tuzsuz ekmek, yulaflı ekmek, kepekli ekmek, çavdarlı ekmek mahkumları… Acıya hasret, kuzu etinden yoksun, hamur işini unutmuş, baklava-kadayıf özlemi çeken, şarabın tadını unutmuş, çiğ köfte yasaklı insanlar…

Vücudundaki organ adreslerinden veya ruhunun derinliklerinden şikayeti olanlar; ölmektense veya psikolojisini bozup ele güne rezil olacaklarına mecburen diyet yapıyorlar.

Kimi diyetine hiç ihanet etmiyor, elinde liste, teraziyle ölçüp yiyip içiyor da… Kimi de “bir kereden bir şey olmaz” deyip, ara sıra kaytarıyor.
Bizim ev; Yürüyüş Parkı’nın kenarında… Sabahın erken saatlerinde de, gece geç saatlerde de eşofmanlarını çekmiş, spor ayakkabılarını giymiş, hızlı hızlı bir aşağı bir yukarı gidip gelen insanları görmek mümkün. Çoğu kilo verip, yakışıklı-güzel olmak için gidip gelseler de, bir kısmı da eminim bir rahatsızlığını yenmeye çalışıyor.

Yürüyüş sonunda sıcak pide alıp kahvaltıya koşanlar da var; yürürken acıkırsam diye içinde ekmek arası döner, tatlı, meyve olan poşet taşıyanlar da…

Çok tanıdığım var, şeker dokunuyor diye, çayını şekersiz içip de, oturduğunda iki porsiyon tulumba tatlısı yiyen… Veya “doktor pilav, çiğ köfte yeme” dedi diye, her fırsatta kısır yapıp yiyen… Sıkı sıkı diyet yapıp da bir ayda 4-5 kilo alanlara da rastladım.

Bir emekli öğretmen arkadaşım var.Allah için diyetine çok dikkat eder mesela… Hiç normal kola içmez. Hep diyet kola söyler; 1.5 iskenderin yanında… Kilomu koruyayım diye hep kepekli ekmek yer; ama her öğünde iki tane… Nasıl olsa tansiyon ilacı içiyorum diye, tuzu avuçla atar yemeklere… Doktor iki dilim ekmek yiyeceksin dedi diye, her yemekten sonra zorla da olsa iki dilim ekmek daha yer garibim mecburen.
Hakkını vermek lazım. Bir gazeteci arkadaşımın üstüne yoktur diyette. Ta Hatay’a gitmiş. Harbiye’nin ünlü kebabından bir lokma bile almadan gelmiş rejimdeyim diye. Belki rejim bozulur diye, konuşmuyor bile valla; yanlışlıkla ağzımdan kebap, tatlı kelimeleri çıkar diye.

Fakat diyette benim en takdir ettiğim kişilerin başında gelen bir tanıdığım var.. Böyle bir irade zor görülür. Bir paket sana yağını iki lokmada sade olarak yemekle bilinen ve eskiden oturduğunda yarım kuzuyla, bir tencere pilav ve 3-4 ekmek yiyen, ardından da bir tepsi baklavayı götüren tanıdık, diyete başlayıp kısa sürede 25-30 kilo verdi. 135 kiloluk arkadaş şimdilerde 110 kilo olması ve 100’ün altına düşebilmek için bir öğünde en çok 3-4 porsiyon döner veya 3 kıymalı pideyle yetinmesi, herkesi hayrete düşürüyor.

Bir arkadaşın en çok 64 olması gereken karaciğer değerlerinden birisi 690 çıkmış. Doktor içkiyi kesinlikle yasaklamış. Yana yana doktor gezmiş sonra. Belki biri insaflı çıkar da “içki serbest” der diye. Sonunda da kafasına göre bulmuş bir tane. “İç ama, az iç” demiş doktorun birisi. (Büyük ihtimal, ya rüşvet vermiştir, ya da yalvarmasına doktorun yüreği dayanmamıştır) O da az içiyor. Bir-iki saat sonra biraz daha içiyor. Akşam üzeri biraz daha, akşam da biraz… Doktorun söylediğine de uymuş oluyormuş böylece, az az içerek…

Bir arkadaşa, doktoru; eşinden bir süre uzak durmasını söylemiş. Fırsat, bu fırsat; hemşerimiz soluğu Soçi’de almış.

Nefes darlığı olan bir arkadaşa da doktor, kahveye gitmemesini söylemiş; o gün bugündür şehir kulübüne gidip oyun oynuyor.

Bir arkadaşa da doktor, sabah, öğle, akşam yemeklerinde, dişinin kovuğuna yetmeyecek kadar yiyecek önermiş. Arkadaş harfiyen uyuyor diyete bu öğünlerde. Ama ikindi ve gece yine bildiği gibi yeyip, içiyor, doktor o öğünlerde kısıtlama getirmemiş nasıl olsa.

Tabi kimi kilo vereyim diye, her türlü fedakarlıkla, hayatı kendine zindan edip, yeryüzünde ne kadar nefis yiyecek varsa; köşe bucak kaçarken; kimi de kilo almak için ne bulursa tepiştirir ama, gene de Etiyopyalı gibi kurum kurum kurur. Benim bir oğlan var. Biraz kilo alsın diye üzerinde titriyoruz; ne mümkün? Sofraya oturunca veya mutfağa girince, belediye yıkım ekibi gibi, ocağımızı batırıyor. Elektrik süpürgesi gibi ne bulursa çekiyor: Lakin 1 gram kilo almıyor; rüzgarda uçmasın diye nerdeyse cebine taş dolduracağız. 244 kemiğini saymak mümkün; resmen iskeletör kerata.

Velhasıl. Bu yeyip içme konusunda herkes perişan, herkes muzdarip.

MEHMET ATILGAN

Hiç yorum yok: